Küçüktük oyunlar oynardık Dar sokaklarında mahallenin koşturan çocuklardık Salıncakta uçup hayallere dalardık Uçurtmalar yapar gökyüzüne salardık… Çocuktuk arkadaşlıklarımız vardı Meşin lastik sapanlarla yaramazlık maceraları Koşardık bahçelerde ellerimizde dal parçaları… Büyüdük farkında olmadan bilmeden büyüdüğümüzü dünü yaşayamadan… Akşam olur ya hani hava kararırdı birden "Hadi eve gel" diye çıkardı pencerelerden Oyunun en tatlı yerinde annelerdir seslenen Büyüdük oyunun en tatlı yerinde Misketler elimizde yapayalnız… kalakaldık… Büyümüştü çocuklar Zaman, derine daldı… Çocukların yerini oyuncular aldı Kırılmıştı oyuncaklar sapan, geride kaldı… Değişti oyunlar büyüklere ne kaldı: Şirket, borsa, hisse… Şöhret varsa yoksa ! Paralar cebimizde silahlar elimizde oynadık kuralına göre yeni oyuncaklarımızla Kuklalara ayrıldı sahne Sözler bizim değil ki duygular da sahte ! Nasıl aldandık kimlere kandık Beyinlerimizi yöneten ipler kimin elinde ? Satranç tahtasıydı dünya şahıyla piyonuyla… Tek hamlede mat olduk ellerin oyunuyla… Karşı takım bizdik kendimize yenildik Farkında değil misiniz nasıl oyuna getirildik Taşlar kimin elinde ? Oyun oyun içinde bu nasıl bilmece ? Her şey tiyatroydu oysa trajedi, komedi ve dram bitti cevapsız sorularla rollerimize alışamadan: Neresinde yanıldık hayatın neresinde yenildik ? Kapandı bak perde kader kimin elinde…
Çocukluğumuzun masum oyunlarından, büyürken öğrendiğimiz kirli oyunlara uzanan bir öykü bu. Öyle ya; insan büyüdükçe öğreniyor. Ve öğrenerek büyüyor iyiyi de, kötüyü de… Kimileri de benim gibi ara sıra o masum oyunların olduğu çocukluğunu çok özlüyor.
Shakespeare’in dediği gibi, bütün dünya bir sahne ve kadın, erkek herkes birer oyuncu. Ve en büyük oyun, içinde nice rollere büründüğümüz şu HAYAT oyunu. Bu şiiri yazarken de Shakespeare’in o sözünden ilham aldım.

Oyun, 5 Kasım 2020’de Piriyonel Edebiyat Dergisi’nde yayımlandı.